16 Aralık 2009 Çarşamba

Hijyenik Aşklar...

''Amacım hep komik şeyler yazmaktı... Hayatı çekilir kılmak için yanıma biraz mizah almıştım... Fazlasını size verecektim... Yolda yersiniz diye... Yaşarken...
En kızdırıcı durumlardan bile kahkaha elde edecektim. Gülecektiniz ben kızdıkça... Derin çelişkilerle eğlenecektiniz.
Manik tarafımı sunacaktım size, depresifliğimden sakınacaktım sizi. Ben Gürbüz Vural'dım çünkü... Tam bir özel isim bile sayılmayan... Adımın ilk harfinin büyük yazılması beni özel isim yapmaya yetmiyor çünkü ismini ilk kez duyduğunuz ama hepinizin tanıdığı ve sanal hayatlarımıza sunulan bir gölgeydim ben...
Nasıl ve neden bir veda ikliminde yazıyorum bu satırları bilmem... Dedim ya depresif tarafıma denk geldiniz işte...
Neden bugün böyleyim bilmem...
Belki de bir ocak ayının olmadık bir çarşambasında beklenmedik bir güneş çıktı ortaya, ondandır... Hava çok güzeldi ve ortada komik bir şey yoktu.
Hava nasıl güzel ve ben nasıl depresifim...
iyi havalan sevmez şairler.
Yağmur çocuğudur onlar...
iyi havalar iyi gelmez has şairlere... Orhan Veli'nin mahfını hatırlayın... Ve bir de şimdiki planlı hijyenik sevda karikatürlerinizi düşünün.
Her şey daha önce yaşanmış... Kullanılmış ilişkilerdeki ikinci el ucuzluğunu aşk zannediyoruz... Hayır o sözler söylendi... Hayır o şarkıya ağlandı daha önce... Hayır o çiçekler birer pahalı klişeden ibaret... Kırmızı gül aşk demekmiş! Yok ya? Bütün aşklar aynı şey demek değil ki! Sarı gül ayrılık anlamına gelirmiş! Hadi oradan! Kim uyduruyor bunları! Hangi çiçek toptancısı isim verebiliyor binlerce şairin milyon yıldır adlandıramadığı şeylere?
Aşkı, ayrılığı, sevdayı şairlerden daha kolay anlatıyor çiçekçiler! Parasını ödeyin yeter... Doğum günlerini, evlilik yıldönümlerini bir hafta önceden hatırlayın yeter... Yerli yerinde olsun klişeleriniz... Şarabınız ve mumlarınız hazır olsun... Sevmek için iyi bir yürekten çok aksesuarlarınızın tam olması önemlidir...
Ben bu özel günleri hep unuttum... Yani mart ayının herhangi bir günü birlikte olduk diye sene-i devriyesini neden kutlayalım ki? insan nasıl berbat bir duruma düşer bazen... Eve girersin, ışıklar söndürülmüş, mumlar yanmaktadır... O saniye anlarsın, o gün senin unuttuğun, bir özel gündür... Allah'ım neydi bugün? Ayın kaçıydı? Daha da önemlisi hangi aydayız?
Hep küstüler bana hayatım boyunca...
Sevmedim, sevdiysem de önemsemedim zannettiler...
Yanıldılar... Seviyordum, önemsiyordum Önemsemediğim, daha doğrusu anlamadığım klişelerdi. Sevdam fazla sadeydi. Aksesuarlarım eksikti. Hala da eksiktir...
Ve şimdiki sevdalanmalar fast food hızında... Hızın içinde yitirilen güzelim bir yavaşlık... Daha yavaştık eskiden... Demleye demleye konuşuyor, seviyorduk... Hemen sevişmiyorduk... Karpuz yemek için efendi gibi temmuz ayım bekliyorduk.
Yetimdi gecelerimiz. Sigaralara zulüm, kül tablalarına yük... Etimizden alıyorduk etimizin tadını. Seviyorduk. Sevişiyorduk. Bazen sadece sevişmeyi seviyorduk.
Kalabalık geceleri bekleyen yalnız kahvaltılar için hep acele ediyorduk. Yağsız beyaz peynir tadında ilişkiler kuruyorduk. Seviyorduk. Sevmeyi seviyorduk. Bazı elele yürüyüşlerde keşke yağmur yağsın istiyorduk. Hangi sevdanın üstüne yağmur yağsa, biz onu aşk belliyorduk.
Hijyene önem vermiyorduk. Beyaz çarşafların üstündeki lekeler aşklarımızın haritalarıydı. Hangisi biz, hangisi yavru vatan oradan anlıyorduk.
Bekliyorduk... Kantinde, durakta, evde... Bir sevda enstitüsünün ekstern öğrencileriydik. Devam mecburiyetimiz yoktu.
O zaman çıkan hangi kaset Samatya'yı anlamlı ve aşklı kılıyorsa onu dinliyorduk. Biliyorduk ki o şarkıyı altı yıl sonra duyduğumuzda bir Samatya sevişmesini yeniden yaşayacaktık...
Parasızdık. Paraya para demiyorduk. Para kendini bir şey zannediyordu ama biz ona ismiyle hitap ediyorduk. Kimde varsa ondan harcıyorduk. Sevda girişimlerimizden para üstü almıyorduk.
Kirliydik. Ter kokuyorduk. Ülke sorunlarını konuşarak sevişmelere yol açıyorduk Ülkemizi ve tenlerimizi seviyorduk.
Çok ağlıyorduk sonra. Adam. gibi, aşık gibi, sarhoş gibi ağlıyorduk...
Tarihi geçmiş gazetelerin üstüne seriyorduk neyimiz varsa... Kitaplarımız, parasızlığımız, sevdalarımız, türkülerimiz...
Sonra söndürdük sigaralarımızı ekonomi sayfasının hiç okumadığımız bir köşesine, ayrıldık... Kaça ayrıldık şimdi hatırlamıyorum ama ayrıldık!
Yürüdü zaman sevdasızlığımızın üstüne.
Unuttuk!
Kuşku, sorumluluk, tedirginlik ve hesapçılıktan oluşan yeni bir arkadaş grubu... Ve bir durumu önceden bilmenin paslı rehaveti... Şimdi elimizde kalanlar bunlar.
Sonunu bildiğimiz sevişmelere başlamıyoruz artık. Koku bizi uzaklaştırıyor. Kokularımız birbirine düşman. Hijyene önem veriyoruz ve çarşaflarımız sakız gibi.
O güzelim lekeler yüreklerimizde kaldı...''

Yılmaz Erdoğan denemesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder