31 Aralık 2009 Perşembe

Yeni yılınızda herseyin gönlünüzce olması dileğiyle...

Bir yılın daha sonuna geliyoruz..Yeni bir yıla başlıyorken çevreye dilenen güzel dilekler..:)
Gelen güzel bir maili sizinle paylaşmak istiyorum..
Herkese yeni yılda sağlık mutluluk huzur diliyorum..
Herseyin gönlünüzce olduğu barış dolu bir yıl...


Belki bu yıl bir çok şeye kızdın...delirdin...kırdın...

Belki biraz kendinden ödün verdin...donkişotluk yapıp değirmenlerle savaştın...hep yalnız kaldın...

Belki aşık oldun...belki terk edildin...belki de sen terk ettin...

Belki "ben ne yapıyorum yaa" cümlesini çok kullandın...

Her ne yaptıysan yaptın, kendi payına düşen yaşanacak her ne vardıysa yaşadın... amaaaa artık bittiiii...

2010 en güzel yıllarının başlangıç yılı olsun senin? ..ama herşeyi ondan bekleme sen de bunun için biraz gayret et...

2010’da;

Gülmekten yanakların çatlasın...

Paralarını koyacak cüzdan bulama...

Sağlık bedeninden taşıp paçalarında aksın...

Aşktan, sevgiden kalbin çatlasın...

Başarıların arş-ı alaya ulaşsın.....

Tüm sevdiklerinle GÖYNÜNCE BİR YIL DİLİYORUM.

Sevgi ve saygılarımla

İnandığım Masallar

www.hasimarikan.com


30 Aralık 2009 Çarşamba

:))MUHTEŞEM BİR MANTIK

Bana gelen bir maili ssizlerle paylaşmak istedim...;)
Yeni yılımız kutlu olsun..:)
"


MUHTEŞEM BİR MANTIK......................



Zamanin birinde mükemmel erkek ve mükemmel kadin karsilasmislar.
Mükemmel bir flört döneminden sonra mükemmel bir evlilik yapmislar.
Birlikte mükemmel bir hayat sürmüsler.
Bu mükemmel çift karli,firtinali bir noel aksami mükemmel arabalariyla giderken yolda donmak üzere olan bir adam görmüsler.
Mükemmel çift olduklarindan adama yardim etmek için durmuslar.
Adam meger sirtinda oyuncak çuvaliyla Noel Baba'ymis.

Mükemmel çiftimiz noel aksami çocuklarin hayallerini karartmamak için noel baba ve oyuncaklarini arabaya yüklemisler.
Oyuncaklari çocuklara dagitarak yollarina devam etmisler..
Maalesef tipi artmis, araca hakim olmak zorlasmis ve mükemmel çift ve noel baba trafik kazasi geçirmisler.

kazada bunlardan yanlizca biri kurtulmus.

soru:kim kurtulmus?
cevap aşağıda

























Yanıt:

Mükemmel kadin kurtulmus..
Herseyden önce
mükemmel kadin gerçekten vardir...
Herkes bilir ki
noel baba ve mükemmel erkek diye birisi yoktur...


DİKKAT : Kadinlar burada okumayi biraksinlar, onlar için yazının sonu burası!


**** erkekler DEVAM EDİP aşağıya baksınlar...






























































Eger mükemmel adam ve noel baba yoksa,
arabayi mutlaka mükemmel kadin kullaniyordur.
Bu bize kazanin nedenini ve en mükemmel kadının bile
araba kullanmak gibi bazı konularda pekte mükemmel olmadığını açiklar....

**** SADECE erkekler DEVAM ETSİNLER...
























































Şimdi eğer bir kadinsaniz ve hala bunu
okuyorsaniz, buda baska bir noktayi açiga kavusturur:

'Kadinlar hiç laf dinlemezler...'


"

29 Aralık 2009 Salı

Beni koynunda saklar mısın anne?

Koynunda Saklar Mısın Anne?
Gözümden akan bir damla yaşa
Yüreğiyle değecek
Zarar gelen bir tel saçıma
Ömrünü verecek
Öyle biri yok anne!

Yaralarımı gül kokusuyla saracak
Dertlerimi su gibi akıtacak
Yüreğimde deli gibi atacak
Öyle biri yok anne!

Sizin zamanınızdaymış
Deli gibi sevmeler
Sevda uğruna can verenler
Yürektenmiş sevgiler
Şimdi yok ki anne!

Kapladı içimi o ılık acı
Halime güller bile ağladı
Yüreğim can evinden yaralı
Gelsem sarar mısın anne?

Kimse yok halden anlayacak
Gönül evinde sarıp sarmayalayacak
Üşüdüğünde alıp yüreğinde ısıtacak
Beni koynunda saklar mısın anne?

Küstüm artık tüm gözlere
Sustum artık tüm sözlere
Yazdım herşeyi işte bu şiire
Kalbimde sende kalsın
İyi sakla anne!


Gülşen Yılmaz

18 Aralık 2009 Cuma

AŞK BİTTİ

Aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
Uzun bir hastalık gibi
Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi
Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı
Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi
Bitti.

Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da

Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi
Sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır
İhmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım
Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim
Belki bir yağmur yağar akşama doğru
Yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım

Aşk da bitti diyordu ya bir şair
Aşk bitti işte tam da öyle

Ahmet TELLİ

17 Aralık 2009 Perşembe

YALNIZ BİR OPERA

Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

İmrendiğin, öfkelendiğin
Kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
Yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
Dile dökülmeyenin tenhalığında
Kaçırılan bakışlarda
Gündeliğin başıboş ayrıntılarında
Zaman zaman geri tepip duruyordu.
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki.
Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin.

Yaz başıydı gittiğinde, ardından,
Senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.
Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
Çerçevesine sığmayan
Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.

Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.
Seni bir şiire düşündükçe
Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
Ucucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
Belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.
Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?
'Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen' notunu buldum kapımda.
Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran zamanı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını.

Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,
Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
bakışıyorduk.
Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

Kış başlıyor sevgilim
Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
Oysa yapacak ne çok şey vardı
Ve ne kadar az zaman
Kış başlıyor sevgilim
İyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati
Teslim etme kimseye, hiçbir şeye
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
Ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak....
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
Çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
Çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar,
Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
Çağrışımlarla ödeşemezsiniz.

Dışarda hayat düşmandır size
İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
Kulak verdiğiniz saat tiktakları
Kaplar tekin olmayan göğümüzü
Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
Bakınıp dururken duvarlara
Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında
Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
Başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
Kendimizi hazırlar gibi.

Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
Ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
Göremeseniz de, bilirsiniz
Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.

Bana zamandan söz ediyorlar
Gelip size zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onalar da bilirler.
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki
hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
Zaman alır.
Zaman alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe
çöker.
Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.

Gün gelir bir gün
Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
O eski ağrı
Ansızın geri teper.
Dilerim geri teper.
Yoksa gerçekten bitmissinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi
kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır
Ölmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Günlerin dökümünü yap
Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
Kim bilebilir ikimizden başka?
Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
Bir ilişkiyi, duyguların birliğini,
Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün
Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor
Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Solgun yollardan geçtim.
Bakışımlı mevsimlerden
İkindi yağmurlarını bekleyen
Yaz sonu hüzünlerinden
Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
Geçti her cağın bitki örtüsünden
Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
Bakarken dünyaya
Yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
Çicek adlarını ezberlemekten geldim
Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
Unuttuklarını hatırlamaktan
Uzun uzak yolları tarif etmekten
Haydutluktan ve melankoliden
Giderken ya da dönerken atlanan esiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti
Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Yaram vardı, bir de sözcükler
Sonra vaat edilmiş topraklar gibi
Sayfalar ve günler
Işık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.
Karardı dizeler.
Aşk...Bitti. Soldu şiir.

Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Ask yalnız bir operadır, biliyordum:
Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
Birlikte çıkalan yolların yazgısıdır:
Eksiliyorduk
Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
Her otelde biraz eksilip, biraz artarak
Yani çoğalarak
Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
Ağır ve acı tanıklıklardan
Geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
Ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
Ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi
Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri...
panayır yerleri...
Ölü kelebekler...
Ölü kelebekler...
Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

Adım onların adının yanına yazılmasın diye
Acı çekecek yerlerimi yok etmeden
Acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
İpek yollarında kuzey yıldızı
Aşkın kuzey yıldızı
Sanırsın durduğun yerde
Ya da yol üstündedir
Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.

Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
Gözlerim
Aşkın kuzey yıldızıdır bu
Yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
İlerlerim
Zamanla anlarsın bu bir yanılsama
Ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
Yeniden yollara düşerler
Düşerim
Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
Yaşamsa yerli yerinde
Yerli yerinde her şey
Şimdi her şey doludizgin ve çoğul
Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
Şimdi her şey yeniden
Yüreğim, o eski aşk kalesi
Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.

Murathan MUNGAN

16 Aralık 2009 Çarşamba

Hijyenik Aşklar...

''Amacım hep komik şeyler yazmaktı... Hayatı çekilir kılmak için yanıma biraz mizah almıştım... Fazlasını size verecektim... Yolda yersiniz diye... Yaşarken...
En kızdırıcı durumlardan bile kahkaha elde edecektim. Gülecektiniz ben kızdıkça... Derin çelişkilerle eğlenecektiniz.
Manik tarafımı sunacaktım size, depresifliğimden sakınacaktım sizi. Ben Gürbüz Vural'dım çünkü... Tam bir özel isim bile sayılmayan... Adımın ilk harfinin büyük yazılması beni özel isim yapmaya yetmiyor çünkü ismini ilk kez duyduğunuz ama hepinizin tanıdığı ve sanal hayatlarımıza sunulan bir gölgeydim ben...
Nasıl ve neden bir veda ikliminde yazıyorum bu satırları bilmem... Dedim ya depresif tarafıma denk geldiniz işte...
Neden bugün böyleyim bilmem...
Belki de bir ocak ayının olmadık bir çarşambasında beklenmedik bir güneş çıktı ortaya, ondandır... Hava çok güzeldi ve ortada komik bir şey yoktu.
Hava nasıl güzel ve ben nasıl depresifim...
iyi havalan sevmez şairler.
Yağmur çocuğudur onlar...
iyi havalar iyi gelmez has şairlere... Orhan Veli'nin mahfını hatırlayın... Ve bir de şimdiki planlı hijyenik sevda karikatürlerinizi düşünün.
Her şey daha önce yaşanmış... Kullanılmış ilişkilerdeki ikinci el ucuzluğunu aşk zannediyoruz... Hayır o sözler söylendi... Hayır o şarkıya ağlandı daha önce... Hayır o çiçekler birer pahalı klişeden ibaret... Kırmızı gül aşk demekmiş! Yok ya? Bütün aşklar aynı şey demek değil ki! Sarı gül ayrılık anlamına gelirmiş! Hadi oradan! Kim uyduruyor bunları! Hangi çiçek toptancısı isim verebiliyor binlerce şairin milyon yıldır adlandıramadığı şeylere?
Aşkı, ayrılığı, sevdayı şairlerden daha kolay anlatıyor çiçekçiler! Parasını ödeyin yeter... Doğum günlerini, evlilik yıldönümlerini bir hafta önceden hatırlayın yeter... Yerli yerinde olsun klişeleriniz... Şarabınız ve mumlarınız hazır olsun... Sevmek için iyi bir yürekten çok aksesuarlarınızın tam olması önemlidir...
Ben bu özel günleri hep unuttum... Yani mart ayının herhangi bir günü birlikte olduk diye sene-i devriyesini neden kutlayalım ki? insan nasıl berbat bir duruma düşer bazen... Eve girersin, ışıklar söndürülmüş, mumlar yanmaktadır... O saniye anlarsın, o gün senin unuttuğun, bir özel gündür... Allah'ım neydi bugün? Ayın kaçıydı? Daha da önemlisi hangi aydayız?
Hep küstüler bana hayatım boyunca...
Sevmedim, sevdiysem de önemsemedim zannettiler...
Yanıldılar... Seviyordum, önemsiyordum Önemsemediğim, daha doğrusu anlamadığım klişelerdi. Sevdam fazla sadeydi. Aksesuarlarım eksikti. Hala da eksiktir...
Ve şimdiki sevdalanmalar fast food hızında... Hızın içinde yitirilen güzelim bir yavaşlık... Daha yavaştık eskiden... Demleye demleye konuşuyor, seviyorduk... Hemen sevişmiyorduk... Karpuz yemek için efendi gibi temmuz ayım bekliyorduk.
Yetimdi gecelerimiz. Sigaralara zulüm, kül tablalarına yük... Etimizden alıyorduk etimizin tadını. Seviyorduk. Sevişiyorduk. Bazen sadece sevişmeyi seviyorduk.
Kalabalık geceleri bekleyen yalnız kahvaltılar için hep acele ediyorduk. Yağsız beyaz peynir tadında ilişkiler kuruyorduk. Seviyorduk. Sevmeyi seviyorduk. Bazı elele yürüyüşlerde keşke yağmur yağsın istiyorduk. Hangi sevdanın üstüne yağmur yağsa, biz onu aşk belliyorduk.
Hijyene önem vermiyorduk. Beyaz çarşafların üstündeki lekeler aşklarımızın haritalarıydı. Hangisi biz, hangisi yavru vatan oradan anlıyorduk.
Bekliyorduk... Kantinde, durakta, evde... Bir sevda enstitüsünün ekstern öğrencileriydik. Devam mecburiyetimiz yoktu.
O zaman çıkan hangi kaset Samatya'yı anlamlı ve aşklı kılıyorsa onu dinliyorduk. Biliyorduk ki o şarkıyı altı yıl sonra duyduğumuzda bir Samatya sevişmesini yeniden yaşayacaktık...
Parasızdık. Paraya para demiyorduk. Para kendini bir şey zannediyordu ama biz ona ismiyle hitap ediyorduk. Kimde varsa ondan harcıyorduk. Sevda girişimlerimizden para üstü almıyorduk.
Kirliydik. Ter kokuyorduk. Ülke sorunlarını konuşarak sevişmelere yol açıyorduk Ülkemizi ve tenlerimizi seviyorduk.
Çok ağlıyorduk sonra. Adam. gibi, aşık gibi, sarhoş gibi ağlıyorduk...
Tarihi geçmiş gazetelerin üstüne seriyorduk neyimiz varsa... Kitaplarımız, parasızlığımız, sevdalarımız, türkülerimiz...
Sonra söndürdük sigaralarımızı ekonomi sayfasının hiç okumadığımız bir köşesine, ayrıldık... Kaça ayrıldık şimdi hatırlamıyorum ama ayrıldık!
Yürüdü zaman sevdasızlığımızın üstüne.
Unuttuk!
Kuşku, sorumluluk, tedirginlik ve hesapçılıktan oluşan yeni bir arkadaş grubu... Ve bir durumu önceden bilmenin paslı rehaveti... Şimdi elimizde kalanlar bunlar.
Sonunu bildiğimiz sevişmelere başlamıyoruz artık. Koku bizi uzaklaştırıyor. Kokularımız birbirine düşman. Hijyene önem veriyoruz ve çarşaflarımız sakız gibi.
O güzelim lekeler yüreklerimizde kaldı...''

Yılmaz Erdoğan denemesi

15 Aralık 2009 Salı

Benim kırgınlığım Aşk' a, sen üstüne alındın....

Benim kırgınlığım Aşk' a, sen üstüne alındın....
Biliyorum konuşacak birşeyimiz kalmadı, paylaşacak hiç bir şeyimiz yok.
Yine de yüreğimden gücümün yettiği yere kadar sana sesleniyorum,
seninle konuşuyorum...
Bugün sana olan kırgınlığımı rafa kaldırdım, sevgimi aldım avuçlarımın arasına, ona sığınıyorum... Cümlelerimi kısalttım,kelimelerim buruk, gülüşlerim istenmeyen dudaklarımda...
***
Bir ihtimal gelişine sığındığımı farkettiysem de, engel olamadım gurursuz
ama umutlu hasretine...
Bugün gönlümü hoş tutmak istiyorum,imkansız olan her rüyaya inanasım geliyor...
Bir çocuk gibi isteklerimi bastıramıyorum...
Çalmayan telefonuma elim gidiyor, sana halen bende olduğunu ısrarla yazmaya çalışıyorum...
Bende olan seni, hiç kırmadım, değiştirmedim ve hep korudum desem de, sendeki benin
nasıl olduğunu, gülüp gülmediğini anlamsız bir sıkıntıyla merak ediyorum...
***
İçimdeki güzelliğine inanıp inanmamanı artık umursamıyorum!
Üşüyorum, bu üşüme yalnızlığımdan geliyor ve sarıyor her tarafımı...
Tutunabileceğim hiçbir güzellik yok, hatırlamaktan usanmayacağım
anılarım dışında...
Isınabilmek için onlara sarılıyorum...
Anlamsız ve cevapsız sorular hıhzırca sırıtıyor, ben görmemeye çalışıyorum...
Düşler uzak gibi görünüyordu ama yakındı...
***
Belki de görmeyi istemek gerekiyordu...
Gözlerini aç desem kapatacaksın ama kapatma gözlerini!
Kendime bir demet papatya aldım ama bakmadım falıma...
Gözlerimi gelişlere verdim, gözlerimdeki hüzün bile seni özlemiş
itiraf etti sonunda...
Düşüncelerim gururlu, hayallerim ve sevdam değil...
Gelseydin, kendimi unutup sana koşacaktım, susturacaktım içimdeki isyanı,
kavgaların ortasında bir güneş gibi doğup ısıtacaktım yüreğini,
sevinçten ağlayacaktım bu defa, mutluyken hemen sarhoş olmuşum gibi,
dokunacaktım, sarılacaktım.
Ama gelmedin, gelemezdin belki de gelmeye de
hiç niyetin yoktu aslında...
Kendimi kandırdığımı anladığımda ağlıyordum...
***
Eskiden kimi şarkıların ne kadar anlamlı olduğunu düşünürken, şimdi
ayrılığın ardından çalınan her şarkı umutsuzluğumu ve sevgimi anlatıyormuş gibi geliyor...
Sevdiğim ne çok şarkı varmış, bunu senin gidişin
gösterdi bana...
Her şarkıda sen varsın, her yerde, her gördüğüm insanda, denizde,
gecede, uykumda... Nasıl beceriyorsun her yerde olabilmeyi...
Bu bir marifetse eğer, neden benim yanımda degilsin ki?
Gözyaşlarım asilliğini yitiriyor ve yenik düşüyorum sevdana...
***
Gittin! Belki de hiç gelmemiştin ben, geldiğini sandım... Ayak uyduramadım
yorgunluğuna... Dudaklarına düşlerindeki öpüşü konduramadım...
***
Kimi zaman bir çocuk oldum gülüşlerinde şımaran, kimi zaman bir kadın;
dokunuşlarında kendini bulan... Ama! En çok da imkânsızın oldum...
***
Her gelişimde bir kez daha gönderdiğin oldum... İnanamadığın, Yenemediğin,
üzerinden atlayamadığın korkuların oldum...
Ağladığın, bağırdığın ya da sustuğun isyanın oldum, sessizce boşalan gözyaşların, birikmişliğin oldum...
Yüreğindeki kadın ben olmak isterken yüreğine sığınan ve tozlanacak olan
bir anı oldum...
Haketmediklerin, artık yeter dediklerin ve herşeyin olmak isterken
belki de hiçbir şeyin oldum...
Söylesene ben gerçekten senin neyin oldum?
Sesin hep uzakları çağırıyordu, ben üstüme alındım, sana geldim...
Bilseydim, bana ait olmayan bir seslenişi sahiplenir miydim?
***
Şimdi bir mevsimlik aşk kaldı avuçlarımda sadece bir mevsim yaşanan
ama bir ömür gibi gelen aşk...
Kalbime henüz söyleyemedim gittiğini, öğrenirse onun da acı çekmesinden korkuyorum... Seni halen
benimle biliyor ve seviyor ama ben kalbime ilk defa yalan söylüyorum...
Gittin! Sevdamın yokluğuna alışabilirim belki ama sesinin uzak yolların
sonunda olması acıtıyor içimi...
Suskunluğun en büyük silahındı,
suskunluğunla vurdun beni asıl acı olan, canımı acıtan unutulmak...
***
Söylesene unutulmak kime yakışıyor?
Unutan sen olsan da sana bile yakışmıyor ...
***
Merak etme, üstüne giydirmedim bu duyguyu, unutulmayan olmak
sende daha güzel duruyor...
Görüyorsun işte, aşk'a ve sana ihanet etmiyorum.
Benim kırgınlığım aşk'a... Sen üstüne alındın...

Pelin ONAY

6 Aralık 2009 Pazar

GDO’lu diyet tarifleri

Gelen bir maili sizinle paylaşmak istedim..

"
Annaneniz öpülesi elleri parçalanırcasına, ovalaya ovalaya tarhana yaparken, siz, “Aman annane be, boş versene” deyip, marketten hazır çorba alıyordunuz ya... Annane rahmetli oldu ve siz, o tarhananın tarifini annaneden alıp, bir kenara yazmadınız ya... İşte o nedenle, siz, genetiği değiştirilmiş organizma yemekten kurtulamazsınız maalesef.

*

Ne verirlerse
Onu yiyeceksiniz.
*
Kız evlat yetiştiriyorsunuz, en iyi okullara gönderiyorsunuz... Piyano çalıyor, İngilizce konuşuyor, Grammy alanları tek tek biliyor. Bilmeli... Ama alt tarafı limon, şeker ve su kullanıp, limonata yapmasını bilmiyor! Yoğurdu çırpıp, ayran yapamıyor, ayran... İşte o nedenle, kızınız, genetiği değiştirilmiş meşrubat içmeye mahkûm maalesef... Torunlarınız da.
*
Zahmet edip sütlaç yapmadığınız için, kek yapmaya üşendiğiniz için... İçinde ne olduğunu bilmediğiniz gofretleri, mısır patlaklarını kemiriyor sizin oğlan! Hamur tutmayı, şöyle mis gibi ıspanaklı bi börek yapıp, çantasına koymayı bilmediğiniz için, hamburger bağımlısı oldu. Tahin-pekmezi “köylü işi”, vıcık vıcık yağ fışkıran kremaları “modernite” sandığınız için, daha 10 yaşında ayıya döndü, yuvarlana yuvarlana yürüyor, tıkanıyor, merdiven çıkamıyor.
*
Size zor geliyor ama, zor mu evde yoğurt yapmak? İstanbul’un güneşi müsait değil, anlarım, zor mudur İzmir’de, Antalya’da, Adana’da evde salça yapmak? Şikâyet edip duruyorsun, içine katkı maddesi konuyor, zorla beyazlatılıyor diye... İster tam buğday unundan, ister çavdardan, hakikaten zor mudur evde ekmek yapmak? Bütün ailen kabız... Tonla para verip, abuk sabuk ambalajlı-meyveli saçmalıklardan medet umacağına, niye öğrenmiyorsun kabak tatlısı yapmayı?
*
Güya, çoluğunu çocuğunu düşünüyorsun, taze taze yesinler diye, pazara gidiyorsun... Eğri büğrü biberlere, doğal olduğu için tuttuğunda ezilen domateslere ağız burun kıvırıyorsun, hormonlu, tornadan çıkmış gibilerini alıyorsun... Ne işe yaradı senin pazara gitmen?
*
Kocanız da, bu satırları okuyup, size akıl verecek şimdi... Söyleyin ona, ukalalık etmesin, götürün aktara, hatmi çiçeğiyle zencefili birbirinden ayırt etsin, ondan sonra konuşsun!
*
Enginar, börülce, radika, cibes pişirmekten haberin yok; gazetelerin tiraj almak için kıçından uydurduğu kıçımın uzmanlarından fıldır fıldır brokoli tarifleri öğreniyorsun... Brüksel lahanası yiyerek mi AB’ye gireceğini sanıyorsun?
*
Çin’den bal getiriyorlar mesela... Taaa Arjantin’den, Meksika’dan bal getiriyorlar. Neymiş efendim, içinde genetiği değiştirilmiş organizma olabilirmiş falan... İçinde tavuk ibiği, maymun kulağı olmadığına şükredin! Ben iddia ediyorum... Kaşla göz arasında frankeştayn ürünlere kapıları açan arkadaşlarla, Amerikan çiftçilerinin avukatı profesörlerimiz, sırf karakovan balına sahip çıksa, Şemdinli’de, Pervari’de terör bile azalır, terör bile.
*
Uzatmayayım.Mutfak genetiğimizi kaybettik biz.
*
Elin adamı, mısırdan, soyadan, domatesten önce beynimizin DNA’sını değiştirdi!
*
Hurrraaa diye köyden kente göçerken, dışarda tıkınmayı şehirleşme zannettik. Ambalajlı ürün tüketmeyi, zenginleşme zannettik.,
*
Dolayısıyla, ya kafayı değiştirip, özümüze döneceğiz... Ya da ne verirlerse onu yiyeceğiz.

"

Afiyet olsun..:)

5 Aralık 2009 Cumartesi

Yorulmuştur Yürek

İnternette gezinirken buldugum bir forumu paylaşmak istedim çok hoş sozler yazılmış karşılıklı olarak okumanızı tavsiye ederim..
Link en alttadır ;)
"
-----------------------------------------------------------------------

Y- alnız bir gece daha
O -rtasındayım kapranalıkların

R -engim yok ben görünmezim

G -ülüşüm mordur benim bilmem pembeleri

U -zun yollara yüyüyorum sonu olmayan

N -afile nasihatlarınız beni döndürmeyin

Y -üreğim yoruldu yokluğunu taşıyarak

Ü- rperiyorum sensiz güneş batarken

R -üya olsun dedim dua ettim binlerce kez Rabbim e

E -llerim üşüdü seni her andığımda ve ağladı gözlerim

K aranlıktan kurtulamadı yüreğim yorgun düştü sensiz sevdiğim

YAZAN :ŞİPŞAKÇI
------------------------------------------------------------------------

yalanlardan
başka görünen yüzlerden
riyakarlardan
onca zaman insanı kandıranlardan
görmemek gerek
duymamak gerek
yürekte yer vermemek gerek...........
YORGUNLUKLARINIZ VAR MI?? NELERE YORULDUNUZ BUGÜNE KADAR?
HADİ PAYLAŞALIM BELKİ YORGUNLUĞUMUZ HAFİFLER.... "
YAZAN : Melek olmak

http://forum.memurlar.net/topic.aspx?id=403729&page=1

3 Aralık 2009 Perşembe

SEN ESKİŞEHİRLİSİN ARKADAŞIM..

İner inmez otogarında özlemişsen soğuğunu bu kentin. Rüzgar sana, sen rüzgara üflemişsen sigaranın dumanını. Varmak için şehrine, şehrinin merkezine, merkez artık her neyin merkezsiyse senin için, binmişsen yeni teknoloji ürünü ulaşım araçlarına tüm teknolojiye rağmen halen yanından geçerken kısa sürelide olsa tebessüm ettiriyorsa dudaklarına 'Kılıç Lunapark'.

Duvarlarında ki reklamlara dayanarak isim veriyorsan apartmanlara hala. Üstgeçit dediğinde aklına tek bir yer geliyorsa şayet. Aydın Arat senin için bir validen öte bir isimse. Ne kadar modernleşse de hala bizim mahalledenmişsin yahu gel bakalım diyebiliyorsan birilerine. Hatta ona birden kanın kaynıyorsa ister istemez. Dur! Deyip eve beraber dönmeyi teklif ediyorsan aniden.
Dolaşmışsan tozlu topraklı yollarında Odun Pazarının. Her defasında iç geçirmişsen ahşap evlerine. Eskişehir dendiğinde Kızılcıklı diye başlıyorsan söze yabancılara. Deniz olamadan da Adalara sahipsen. İlk kız arkadaşını öpmüşsen ara sokaklarında Adaların. Ağaç olmadığından değil sırf kıyamadığından apartman duvarlarına yazmışsan sevdiğinin baş harfini. En imkansız aşkı yaşayıp, her köşe başında hatırasını bulabiliyorsan paramparça kalbinin. 30 dakikaysa senin için en uzak mesafe, yine de dünyanın en uzak yeri oluyorsa bazen bir kaldırım taşıyla diğerinin arası. Hiç eksikliğini hissetmemişsen denizin porsuktan dolayı. Bir gün temizlenir umuduyla beklediysen ömrünce. Her daim kötü gözlerle bakıp onlara yinede sende illa ki bir kere gitmişsen yamacında ki çimenlere.

Futbol dendiğinde Kahpe Bizans diyerek inadına Eskişehir Sporu savunmuşsan. Göremediğin 70 lerden bahsetmişsen herkese ballandıra, ballandıra. Hiçbir takımın şampiyonluk sevinci yaşamasına izin verilmediğine gizli, gizli destek veriyorsan. Yolları kapatmışsan her galibiyette. Bu takım şampiyon olsa iktidar değişir be diyorsan. Sevmesen de Mithat Körleri takdir ediyorsan yaptıklarını. Sevmesen de eşlik etmeden duramadığın tek şarkısı varsa.

Mersinliden fazla tantuni, İstanbulludan fazla döner yemişsen ama yinede çiğböreğin tadını değişmiyorsan hiç birine. Nesi meşhur dendiğinde Lüle taşı dışında bir şeyler sayabiliyorsan. İçip, içip nara atmışsan İsmet İnönü'de. En ucuz bira nerede bilmene rağmen. Arkadaş hatırına orda burda kazık yiyorsan. Buralı olmasa da bir çoğu her öğrenciyi Eskişehirli sayıyorsan. Hiç dolmasada hektar olarak Türkiye'nin en büyük barı bizde diye böbürleniyorsan.

Titanik Cafenin daha kaç yıl açık kalacağını düşünüyorsan her önünden geçişinde. Onur İşkembeye gidip mercimek içenlere kızıyorsan. Çok ucuza yemek yediğini fark edip artan parayla kazı kazan oynamak için can atıyorsan. Hangi cafeye gitsen birbirinden güzel kızlar çarpıyorsa gözüne. Her düşünceden gencin aynı masada oturabildiğini görüp. Gelecek için umutlanıyorsan.
Adres sorulduğunda elinle koymuş gibi tarif edip birde uzaktan takip ediyorsan doğru mu gidiyor diye. Arkadan eline koluna dokunanın kapkaççı değil de şaka yapan bir arkadaşın olma ihtimalinin daha yüksek olduğunu biliyorsan. Bahar şenliklerini iple çekip sonrada rock konserlerinde arkadaşlarınla kafayı çekiyorsan gizli, gizli.

Piknik denince fidanlık. Fidanlık denince uzun eşek geliyorsa aklına. Yaşına başına bakmadan, oynarım be diyorsan. Balık tutmuşsan Musa Özü'nde. İzmirli kadar iyi biliyorsan rakı – balık ikilisinin uyumunu. Deniz kenarındakilerin ömrünce yiyemeyeceği sadece iyi atladığını bildikleri sazanı afiyetle indirmişsen midene defalarca.

Yağmurdan sonra toprak kokusu alabiliyorsan hala. Kar yağışı senin için çok sıradan gözükse de. Kasım ayında beklemeye başlıyorsan dört gözle yollarını. Geceleri çıkıp bembeyaz bir şehrin üstünde yürürken hem keyif alıp hem canın acıyorsa. Ne zaman eriyecek bunlar diye sızlanmıyorsan.

En fazla bir hafta sonra burnunda tütüyorsa cıvıl, cıvıl akşamları. Kopamıyorsan bir türlü Doktorların ara sokaklarından. Ne yana dönsen tanıdık biri varsa karşında. Hepsine tek, tek durup selam veriyorsan eğer;

Sen ESKİŞEHİRLİSİN arkadaş…


:)

21 Kasım 2009 Cumartesi

Ağustos böceği..



AGUSTOS BOCEGI HIKAYESI
Su hikayeye bir de SUNAY AKIN gibi bakalim...
Bir agustos bocegi dogmadan once topragin altindaki bir larvada ortalama
olarak 12 yil bekler. Evet, tam 12 yil.

12 yillik hapislikten sonra dunyaya gelen garibanin omru adinda yazilidir: Agustos.
Yani topu topu bir ay...
Sarki soyleyen yalnizca erkek agustos bocegidir.
Cunku disi, en guzel sarkiyi soyleyeni kendine es sececektir.
Dusunsenize, 12 yil topragin altinda bekle, disari cik. Omrun bir ay...
Buldun, buldun... Bulamadin, bir daha yok.
Siz olsaniz calisir miydiniz?

3 Kasım 2009 Salı

Aşka Veda Olmaz






Arkadaşlarımızın düzenlediği etkinlğe herkesi bekleriz:)
Pamukkale Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi Şiir Dinletisi
Yer:PAÜ Kongre Kültür Merkezi
Tarih :04.11.2009
Saat:18:00

24 Ağustos 2009 Pazartesi

kadın beyni

bir hasta hastahanede. Tüm ailesi bekleme odasinda
doktorlardan haber bekliyor. Yorgun ve umutsuz
bakisli bir doktor çikiyor ‘Tek yasam sansi
var oda beyin nakli. Böyle bir ameliyati ilk olarak
deneyecegiz, tabi masraflar hastanin ailesine ait.’
Aile, saskin, yorgun, çaresiz…
Aralarindan biri ‘Peki ama fiyat nedir?’ diyor. Degisir diyor
cerrah. ‘erkek beyni kullanirsak 5000 Euro ,
kadin beyni kullanirsak 200 euro’
Uzun bir sessizlik çökuyor Beyler gülmemeye çalisiyorlar.
Hanimlarla gözgöze gelmekten kaçiyorlar.
Ama aralarindan biri merakini yenemez ve sorar,
‘peki doktor bu fiyat farkinin nedeni nedir?.’ Cerrah gülümser.
’Eh tabi beyin de, ayni arabalar gibi’ der, ‘kadin beyinleri
ucuz oluyor cunku akillarini çok kullandiklari için…
Kullanilmis akil, kullanilmis beyin. Erkek beyni hiç kullanilmamis,
sifir km arabalar gibi pahali oluyor.’

:)) sevgiler..

17 Haziran 2009 Çarşamba

Burçlar ve bunaltan tarafları

Koç: Sana kalsa dünyada herkes aptal, bir sen akıllı! Millete öğütler verip ukalâlık taslar, önüne yemek koysan beğenmez. Allah düşmanların başına vermesin…

Boğa: Sen ayrı bir panel konususun. Kafayı iş yapmakla bozmuşsun, sanki dünyayı sen kurtaracaksın! İnatçı mı inatçı, dik kafalı… Komünizm bitti kardeşim!

İkizler: Sen hızlı ve pratik düşünebiliyorsun ama kendinden çok şey verip karşındakinden az şey bekliyorsun, yani akıllı geçinme! Ayrıca çoğu şizofrenin de ikizler burcundan çıktığı söyleniyor, bilgine…

Yengeç: Sen sempatik ve başkalarının problemleriyle ilgilenir görünmeye çalışan son derece yapmacık birisin. Ama biz bu sahte şirinlik numaralarını yemeyiz. Bu arada akıl hastanelerindekilerin %90′ınm yengeç burcu olduğu söyleniyor. Haberin olsun!

Aslan: Sen kendini dünyanın zirvesindeki kusursuz insan sanmaya devam et. Millet senle ne dalga geçiyor, haberin yok. Tenkide hiç gelemeyen, kendini beğenmiş zavallı aslan parçası… Sen kendini bir odaya kapat ve hayatının geri kalanını duvarı seyrederek geçir bakalım.

Başak: Sen pek aklı başında otoriter biri olduğun için dağınıklığı sevmezsin değil mi? Ama senin her tarafı didik didik kontrol etme huyundan millete fenalık geldi! Gayet soğuk, ruhsuz tipsin maalesef. Zaten telefon görüşmesi yaparken uyuyakalabilen birinden başka ne beklenir ki?

Terazi: Sen sanatçı ruhlu olduğun için apayrı saçma bir boyutta yaşıyorsun. Böyle aklı bir karış havada gezen adamın iş bulması pek muhtemel değil, ömrünün sonuna kadar aylak aylak gezersin, sonunda da her büyük sanatçı gibi “Kimse beni anlamadı!” diye çıldırırsın, yarım aklın da gider.

Akrep: Sen hele sen! Tuhafların içinde en tuhaf olan! içten pazarlıklı, kıskanç, ahlâk anlayışı sıfırın altında! Çoğu Akrep’in eninde sonunda korkunç bir cinayete kurban gittiğini duymuş muydun?

Yay: Sen herşeyin iyi tarafını gören şen şakrak bir tipsin, kendini buna alıştırmışsın ne de olsa; yeteneksizliğini ve talihsizliğini başka türlü örtemezsin değil mi? Seni adam yerine koyup bu kadar yazanda kabahat..

Oğlak: Sen tutucu ve risk almaktan kaçan birisin. Böyle biri dünyada ne diye yer işgal eder ki! Şöyle bir etrafına bak bakalım, hangi kayda değer insanın Oğlak burcundan çıktığı görülmüş?

Kova: Sen güya çok atak birisin ya, birşeyi elde etmek için her türlü yalanı söylüyorsun. Ama yalanı bile beceremiyorsun. Aynı hataları döne döne yapıyorsun, çünkü kafan almıyor. Ne sinirleniyorsun? Doğruları söyleyince kabahat oluyor değil mi?

Balık: Maşallah, senin hayal gücün pek gelişmiştir. Devamlı FBI’dan, ClA’den birilerinin peşinde olduğunu düşüne düşüne sonunda kafayı yiyeceksin. Ama sen en iyisi hayallerinle baş başa kal, nasılsa arkadaşlarının arasında en ufak bir dikkat çeken tarafın yok. Kendine güveni olmayan öyle sessiz sedasız bir tipsin işte..

BIRAKIN IŞIĞINIZ YAYILSIN...

Uzaklarda küçük bir kasabada genç bir adam kendi işini kurdu bu, iki caddenin köşesinde bir perakendeciydi Adam dürüst ve dost canlısıydı,insanlar onu seviyorlardı. Ondan alış veriş yapıyorlar ve arkadaşlarına tavsiye ediyorlardı.Adam bir yıl içinde bir dükkandan, Amerikanın bir ucundan diğerine uzanan bir zincir yarattı.

Bir gün hastalanıp hastaneye kaldırıldı.Doktorlar az zamanı kalmış olabileceğinden endişe ediyorlardı.
Üç yetişkin çocuğunu yanına çağırdı ve onlara bir görev verdi:
"İçinizden biri yıllar boyu uğraşarak kurduğum şirketimin başına geçecek hanginizin bunu hakketiğine karar vermek için,her birinize birer dolar vereceğim, şimdi gidip bu birer dolarla ne alabiliyorsanız alacaksınız,ama bu akşam geri döndüğünüzde paranızla aldığınız şey hastahane odamı bir uçtan bir uca doldurmalı."

Çocuklar bu başarılı şirketi yönetme fırsatı karşısında heyecana kapıldılar. Üçüde şehre gidip parasını harcadı. Akşam geri döndüklerinde babaları sordu:
"Birinci, çocuğum ,bir dolarla ne yaptın ?"

Çocuk cevap verdi:
"Arkadaşımın çiftliğine gittim,bir dolarımı verdim ve iki balya saman aldım."
Sonra odadan dışarı çıktı ,saman balyalarını getirdi ,açtı ve havaya savurmaya başladı. Oda bir anda samanlarla dolmuştu.Ama biraz sonra samanların tamamı yere indi ancak babanın söylediği gibi odayı bir uçtan öbür uca dolduramadı. Adam sordu:
"Peki ikinci çocuğum ,sen paranla ne yaptın?."

"Yorgancıya gittim .İki tane yastık aldım ."
Bunu söyleyen çocuk ,yastıkları içeri getirdi ,açtı ve tüyleri bütün odaya dağıttı. Zaman içinde bütün tüyler yere düştü, böylece oda yine dolmamıştı.
"Sen üçüncü çocuğum, sen paranı ne yaptın?."
diye sordu adam;

"Dolarımı cebime koyup senin yıllar önceki dükkanın gibi bir dükkana gittim.Dükkanın sahibine parayı verdim ve bozmasını istedim. Dolarımın 50 centini İncilde yazıldığı gibi çok değerli bir şeye verdim, 20 centini şehrimizdeki iki yardım kurumuna bağışladım, 20 centte killiseye verdim, böylece bir onluğum kaldı. Bununla iki şey aldım."
Çocuk elini cebine atıp bir kibrit kutusu ve bir mum çıkardı. Işığı kapatıp mumu yakınca oda mumun yaydığı ışıkla dolmuştu. Oda samanla veya tüyle değil, bir uçtan öbür uca ışıkla dolmuştu.Baba memnundu.

"Çok iyi oğlum .Bu şirketin başına sen geçeceksin,çünkü yaşam hakkında çok önemli bir şeyi ,ışığını yaymayı biliyorsun.Bu çok güzel.

N'Qubein

14 Haziran 2009 Pazar

küçük kız ve kuşlar :(

Babası İspanya''''nın en ağır siyasi cezalarının verildiği bir hapishanede mahkumdu küçük kızın. Fırsat bulduğu her hafta sonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapishaneye giderdi.

Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında götürdü ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkumlara verilmesi yasaktı.Bu sebeple kağıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı... Çok üzülmüştü küçük kız...Babasına söyledi bunu,o da ''''üzülme kızım, yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu?''''dedi.

Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü.bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti. Babası keyifle resme baktı ve sordu: ''''Hmmm!Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı?
Küçük kız babasına eğilerek, sessizce: ''''Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri!.....''''

12 Haziran 2009 Cuma

Demek gidiyorsun küçük kırlangıç..

Demek gidiyorsun küçük kırlangıç,
Sıcak ülkelere.
Oradaki badem çiçeğine,
Benden selâm söyle.

Artık yağmurlar başlıyor,
Kış kapımızda.
Sesini özleyeceğim,
Göğe baktıkça.

O sıcak ülkelere varınca,
Terleyen kuşları ara,
Kalkıp gelsinler artık,
Kışlar güzeldir bizim burda.

8 Mayıs 2009 Cuma

Nedir şu @ işareti ???

E-posta gönderiyorsanız @ işareti size yabancı değildir. Peki ama ne anlama geliyor biliyor musunuz?

Hemen her gün e-posta yazarken veya e-posta adresimizi birilerine verirken bu işareti kullanıyoruz. Peki ama @ işaretinin gerçek anlamını ve nereden geldiğini biliyor musunuz? Bu işaret 473 yıl önce, günümüzde ki anlamı ve kullanımından çok farklı bir amaca hizmet ediyordu.

@ işaretinin bilinen ilk kullanımına 4 Mayıs 1536 yılına Francesco Lapi adlı Floransalı bir tüccarın yazdığı bir mektupta rastlandı. Lapi yazdığı mektubunda İspanya'daki şarap fiyatlarından bahsederken @ işaretini kullanmıştı. O zamanlarda, bir fıçının 13'te birine karşılık gelen, ticari bir ölçü biri olarak kullanılan @, daha sonra daktilolara da girdi. Zaman için kullanımı değişen işaret bir süre sonra belli bir ürünün birim fiyatını belirtmek için kullanılmaya başlandı. Yani insanlar artık "tanesi 5 liradan 10 ürün" gibi bir tanım kullanmak yerine "10 ürün @ 5 lira" demeye başladılar.

1971 yılında Ray Tomlinson ise bu işaretin, e-posta sunucularındaki kullanıcıları tanımlamak için uygun olduğuna karar verdi. O tarihten itibarense @ artık bugünkü şekilde e-postalardaki kullanım şeklinde kavuşmuş oldu.:)

7 Mayıs 2009 Perşembe

Başlangıç...

Her şeyin başı ve sonu varmış.
şuan başındayım sonunu bekliyorum.. sessizce ne zaman nasıl olur bilinmez
ama olacağını biliyorum...:)
Son

Yağmur Damlasının Yolculuğu ve Sen

Nasıl ki sensiz anlamsızım...

Cama vuran yağmur damlaları gibiyim. Aşağıya doğru yol alıyorum… Ki; bu yol, yolun sonu… Diğer damlalardan farkım olmayacak benim de biliyorum. Onlar gibi yok olup, yalnız, tek başına hiç bir şey ifade etmeyen bir su damlası olacağım… Nasıl ki sensiz anlamsızım...
Yolculuğun sonunda sen olsan tüm engellere göğüs gererek ve tüm bu engelleri aşarak koşa koşa gelirdim. Ama ne bu yolun sonu var; ne de bu yolun sonunda sen…
Yağmur çok güzel yağıyor. Fakat çok gürültü çıkartıyor yağarken. (Korktuğumu ve huzursuzlandığımı fark ediyorum.) Hâlbuki senin gidişin çok sessiz olmuştu. Belki de hiçbir zaman gelmediğin için gidişini fark edemedim... Sadece gözyaşlarımın sesi vardı ve ellerinin sıcaklığı... Gözyaşlarımı silen ellerinin sıcaklığı... Şu an yanımda olsaydın ve doya doya baksaydım sana. Yanımda olsaydın da hiç konuşmasaydın.(-k)
Senin bulunduğun yerde de yağıyor mu yağmur? Şu an sende camdan bakıyor musun? Elin telefona gidip gidip geliyor mu? Söylemek istediklerini söyleyemediğin için kızıyor musun sende kendine benim kızdığım gibi… İsyan ediyor musun sessizliğinin tüm gücü ve sesi ile?
Yağmur damlası cama düştü, sen ise kalemime… Hiç dinmesini istemiyorum yağmurun. Yağdıkça yüreğimdeki kirleri akıtıyor çünkü…
Hatırlar mısın, kaçamak buluşmalarımızı yaptığımız günlerden biriydi... Kimden ve neden kaçıyorduk bilemiyorum ama hep bir gizlilik vardı buluşmalarımızda. Denizi karşımıza almış, kahvelerimizi yudumlarken yağmaya başlayan yağmurla beraber koşa koşa sığındık bir ağacın altına. Çocuklar gibi durmaksızın gülüyorduk. Gökkuşağı da tam karşımızda tüm güzelliği bizim mutluluğumuza ortaklık ediyordu. Sarılmıştık birbirimize ve çok mutluyduk (Hiç bitmesini istememiştim bu anın)
Çok sonra sen anlatmaya başladın. Anlatırken ağlıyordun! Ne yapacağımı bilememiştim o an. Duyduklarım mıydı beni şaşırtan yoksa seni ağlarken görmenin paniğimiydi bilemiyordum ama o gün çok kırılmıştım sana. Senden duymayı ümit ettiğim şeyler bunlar değildi…
Ruhumda tamiri mümkün olmayan yaralar açıyordun ama ben yine de senin üzülmene dayanamıyordum. Sen, anlattıkça rahatlıyordun ama ben, seni dinledikçe tükeniyordum.
Sen anlattıkça içimden çığlıklar attım. Kulaklarımı kapamak istedim ve “Yeter! Bunları bana anlatma! Ben seni seviyorum! “ demek istedim.. Ama yapamadım...
O gün canımı çok acıttın... Ama biliyorum, biliyorum bunu isteyerek yapmadın, nereden bilebilirdin ki sana karşı hissettiklerimi… Sol yanım, kalbim, o gün bugündür kanıyor...
Ben yağmurları sevmem (-mezdim) ama bu yağmur aldı götürdü beni. Gözümün önünden neler neler geçiyor bir bilebilsen. Gözlerim eski bir filmi izliyor gibi. Yağmur damlaları hala birbirleriyle yarışırcasına camdan aşağıya hızla iniyor… Acaba bilseler son yolculukları olduğunu yine de yarışırlarmıydı? Ben de bile bile sonu olmayan bu yolculuğa çıkmamışmıydım yağmur damlaları gibi... Bir ümit ile... Belki diyerek...
Odayı aralık pencerelerden içeriye giren rüzgarın sesi doldurdu. Bir uğultu var şu an odada. Biliyor musun; başım dönüyor hasretinden… Belki iyi gelir diye kendime bir kahve yaptım. İyi gelmedi...
Gökyüzünde bulutlar kavga ediyor… Sesleri bana kadar geliyor… Sende aynı sesi duyuyor musun? Ürperiyor vücudum. Belli belirsiz titriyorum. Bütün camları sıkı sıkı kapadım, perdeleri örttüm. Üzerime kalın bir şeyler aldım; ama hala üşüyorum…
Çaresiz kaldığımda, mutsuz olduğumda, unutmak istediğimde, kendimden dahi kaçmak istediğimde ve en önemlisi her şeyi yok saymak istediğim zamanlarda yaptığım gibi uykuya sığınmak istiyorum… Yatağıma girmek, yorganı boynuma kadar çekip, tam karşımda duran resmine boş gözlerle saatlerce bakmak istiyorum… Resmine bakarak hasret gideriyorum… Resmindeki gibi hep gülen gözlerini görüyorum… Resmindeki gibi uzun, dalgalı ve ak düşmüş saçlarının uçuşmasını seyrediyorum. Ve doyamıyorum… Ben seni unutamıyorum!
Bir kitapta okumuştum, şöyle diyordu; “Birazdan yağmur yağacak, dışarı çık ve elinden geldiği kadar çok yağmur damlası yakalamaya çalış. Yakalayabildiklerin senin bana olan sevgin; kaçırdıkların da benim sana olan sevgim olsun...”
“Haksızlık bu!” demeni ne kadar çok isterdim bu cümlenin üzerine...
Ben seni yakalayamadıklarım kadar seviyorum bebeğim...
Hala seviyorum seni...
Ama hangi seni?

Dünyanın en ilginç kuşuymuş...

Hürriyet Video'larını izlemek için Flash 7 veya daha yüksek eklenti yüklenmeniz gerekmektedir. Yüklemek için tıklayınız!!!